reklam 1

17 Mart 2014 Pazartesi

Özgür insan nasıl bir kimliktir? Nasıl yorumlanabilir?



   Sıradaki blog yazısı benim değil konuk yazarım olan, hayatımda çok önemli bir yere sahip, bugünlere gelebilmiş olmamı ona borçlu olduğum, kıymetli dostumun kaleminden. Özgür insan tanımını ve nasıl bir kimliği olduğunu anlatan bu mana dolu yazıyı okuyunca sonuna bir şarkı eklemek geldi içimden - bir o kadar manidar-. İyi okumalar diliyor, konuk yazarıma buradan da teşekkür ediyorum.

Doğayla savaşımında birey olarak insan, hayatta kalabilmek, kendisine bu anlamda pratik fayda sağlamak ve son çözümlemede doğada olan biteni anlamak için, pratikle sınanmış ve bilimsel olarak tutarlı deneyim ve gözlemleriyle, doğadaki olaylar üzerinde öngörülerde bulunur, hayatta kalabilmek için önlem alır.
Gözlemden ve canlı algılamadan, soyut düşünceye ve oradan da pratiğe; nesnel gerçekliği bilmenin eytişimsel yolunun bu olduğunu, bu süreçte özdeksel olanın, düşünsel olana dönüştüğünü, ama düşünsel olanın da, özdeksel olanla denetlenip, doğrulandığını ve özdeksel olana uygulandığını kavrayabilen kimliktir özgür insan...

Özgürlük bu anlamda zorunlulukların kavranmasıdır. İnsan olma süreci ile eş zamanlı ve eş güdümlüdür.

Maddenin ve olayların nesnel olarak gözlenen, hareket, değişim, gelişim ve oluşumlarının,  düşünsel olarak yorumlanması esnasında, bilimsel bilgi ve bakış sürecinin imbiğinden geçmiş aklını kullanabilen kimliktir özgür insan. Bu süreç insana kişiliğini ve iç özgürlüğünü kazanma olanağı verir. Bu olanaktan yararlanmasını bilenler kendi evrimlerini sağladıkları gibi toplumlarını ve insanlığı evrimsel doğruya yöneltebilirler.

Toplum içinde birey olarak insanı irdelediğimizde, toplum ölçeğinde edindiği düşüncelerle, fikir  ve kanaatlerle evrene baktığını görürüz. Düşünce, insana kişi olarak doğuştan gelmiş gizli bir güç değildir. Toplumdan gelmiş bir niteliktir. Öyle ise, insanın düşüncesi, ister istemez, içinden çıktığı toplumun damgasını taşır. İnsanın şu veya bu fikri taşıması  içinde yaşadığı topluma göre şöyle veya böyledir. Düşünce, sosyal çevreye ve koşullara uyar.
Eğitim yanlışlıkları, toplumsal koşullanmalar ve ideolojik hegemonya ile panoptikona hapsedilmiş bir varoluşun belli belirsiz bir algısıdır bu.

İşte bu yüzden, insanın toplum üzerine olan izlenimleri, sosyal bir damga taşır. İnsan, toplumdan aldığı imkanlar ve müsaadeler ölçüsünde görür, duyar, sezer, kavrar. İnsanın görmesi, kişi gözüyle olmaktan çok, toplumun ona verdiği düşünce yordamı ve düzeyi ile belli olur. İnsan evreni sosyal gözü ile görür.

Kendisi için bireye bakıldığında ise, yolculuktur yapılan, aslında bir gezidir… Ama aylak bir turist gibi değil, sadece bakmak için, almak için, tüketmek için değil, bir önder, bir rehber eşliğinde değil, güdümlü değil… Bir seyyah gibi, görmek için, vermek için, üretmek ve sorgulamak için, başsız, hesapsız, kendiliğinden ve içinize doğru yaptığınız çıkarsız bir gezi.

Ve bu gezi, korku duvarını aşmak, yüzleşmek, kendini bulmak, olmak ve özgürleşmek çabasıdır son çözümlemede. Özgürlüğün değerinin, özgürlük için ödenecek diyete değdiğinin ayırdında, bu bilgelikte ve gözü pekliktedir özgür insan…

 “Milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zemin.” Milletim insan türüdür, vatanım yeryüzü.” diyebilmektir. 
Kimliğini tanımlarken insan olmaya çalıştığını, başkaca da bir şey olmadığını söyleyebilmek aslolan budur. Kendisine dikte edilen, gerçekliği kendinden menkul kavramları sorgulamaktır.

Zamanın sonsuzluğu içinde -kuvvetle muhtemel kendisinin göremeyeceği- aydınlık bir gelecek için bilimsel ve insancıl sentezler üretebilmek, çağını ve çağının ötesini tasarımlamak anlamında, zamanın kölesi değil efendisi olabilmektir.


  “İntihar değil, teslimiyet hiç değil, direnmek ve dayanmak gerek.” diyebilen yabancılaşmamış kimliktir özgür insan… 


3 Şubat 2014
Gnhn






16 Mart 2014 Pazar

Inception


    Bir süre ara verdikten sonra blog yazılarıma bir film yazısıyla devam ediyorum. Hazır sunum hazırlığımı tamamlayıp rahatlamış, kahvemi de elime almışken dün gece izlediğim ve beni oldukça etkileyen "Inception" filmini irdeleyeyim biraz. Christopher Nolan senaryoyu yazmış ve de yönetmiş. Filmi izledikten sonra Nolan'ın hayal gücüne hayran kalmamak elde değil. Bir izleyici olarak ben anlama çabasında iken o bunları nasıl hayal etmiş ve harika bir akış yaratmış diyor, hayret ediyorum. 







       Film temmuz 2010'da vizyona girmiş ve kısa bir süre içerisinde 25 yılın en iyi filmleri arasında gösterilmiş. Haksız da değiller bu gibi filmler çok sık yapılmıyor. Film kadrosu da en az yazarın ustaca kurgulanmış senaryosu kadar göz dolduruyor. Leonarda DiCaprio'nun baş rolü üstlendiği, diğer karakterlere usta oyuncuların seçildiği filmin konusuna değineyim şimdi. 

  

    DiCaprio filmde bir hırsız rolünde ama bu bildiğimiz hırsızlardan değil. İşi fikir çalmak. Peki bunu nasıl yapıyor? İnsan beyninin en zayıf ama aynı zamanda da daha hızlı işlediği rüyada esnasında. Kurbanına ve kendine uyuşturucu enjekte ediyor beyni uyku haline sokmak için uyuşturucudan kastım rahatlatıcı olarak, tıpkı uykudaymış gibi. Daha sonra rüyasında ondan çalmak istediği bilgiyi çalabiliyor bir sır, ya da bir şifre gibi. Filmin başlangıcında DiCaprio gözlerini bir sahilde açıyor yüzükoyun yatarken ve onu bulan askerler yaşlı bir Japon'a götürüyorlar onu ve yaşlı adamın bir şeyler hatırlamasıyla hikaye başlıyor.


   
  DiCaprio, filmde ki adıyla bahsedeyim Cobb, sahip olduğu yetenek sayesinde hırsızlık için aranan biri oluyor fakat onun tek isteği evine geri dönmek ve çocuklarına kavuşabilmek. Bunun mümkün olabileceğini söyleyen zengin iş adamı Saito ona bir iş teklif ediyor. Bu kez diğerlerinden farklı. Ondan fikir çalmasını değil başkasının zihnine fikir ekmesini istiyor. Hedef petrol zengini, ölüm döşeğinde olan bir babanın tek varisi olan Robert Fischer. Tam da bu noktada bir virgül koyarak filmden çok beğendiğim bir replik aktarmak istiyorum. 

  "Fikir virüs gibidir, bir kere yayıldıkça insan beyninden çıkarmak imkansızdır. Fikir tohum gibi yayılır ve genişler." Cobb önceden fikir yerleştirme yaptığı için bunun mümkün olduğunu bilmektedir ancak diğerleri gibi kolay değildir. Fikir yerleştirme için üç rüya seviyesi gereklidir. Yani rutin olarak yaptığı rüyaya girecek oradan rüya sahibiyle bir alt rüyaya oradan da bir alta geçmesi gerekecek. Çünkü tohumu ne kadar derine ekerse o kadar yüksek ihtimalle yayılacaktır. Bu kısımda dönüp kendi hayatlarımıza bakarak bize ait bir şeyler de bulabiliriz. Çünkü izlerken ve daha sonra da fark ettim ki yapmak için uğraştığımız, başarmaya çalıştığımız her ne varsa bir anda ortaya çıkmıyor, yani çok öncelerden onun tohumu içimize ekiliyor, bilinçli ya da bilinçsiz. Sonra tıpkı alıntıda ki gibi, bir virüs gibi yayılıyor ve zamanı gelince ona yöneliyor, onu yapıyoruz. Reklamları düşünün zihnimizi nasıl etkilediklerini ve alışverişe gidince elimizin neden ona değil de buna gittiğini düşünün. Tıpkı bunun gibi durumlar aklıma getirdi film. Enteresan değil mi?


    Konudan sapmayayım, Cobb bu işi yapabilmek için ekibini toplar ve bu işi teklif eden Saito'da onlara katılır. Fakat daha ilk rüyadan itibaren işler umdukları gibi gitmez çünkü kurbanları Robert bu iş için eğitim almıştır. Bilinçaltı fikir çalımına karşı savunmalıdır. Bu durumun rüyaya yansımasında ise karakterlerimiz bir düşman ordusuyla karşı karşıyadır.





    Robert'ın ordusu dışında bir engelleri daha vardır. O da Cobb'un ölmüş olan eşi Mal. Ölü olmasına rağmen Cobb onu zihninden atamadığı için ve girdikleri rüyalarda kendi bilinç altı yansımalarını da gördükleri için Mal'da onları için problem olmaktadır. Filmle ilgili çok daha fazla detay vermek istemiyorum. Belki izlemeden buraya denk gelip okuyan olabilir. Gariban blogger umudu işte birisi görecek te okuyacak :) Nolan filmi şüpheli bir şekilde bitirir acaba Cobb hala rüyada mıdır? Yoksa gerçekte midir? 






     Filmin sembolü olan totemden bahsetmesem olmaz. Cobb bu totemi hiç yanından ayırmaz. Şüphe ettiği anlarda bunu çevirir ve rüyada olup olmadığını anlar. Teoriye göre bu küçük totem gerçek hayatta bir süre döner ve devrilir ama rüyada iken düşmeden sürekli döner. Bu işi yapmak Cobb'a ağır bedeller ödetir. Artık rüya göremez. Kendi rüyaları olmaz o da her zaman şüphe içindedir ve bunu devamlı yanında taşır. Nolan filmi öyle bitirmiştir ki devamı gelmese olmasa olmaz. Bir çok açık nokta vardır. Yeniden ele alınıp işlenebilecek. Yaklaşık iki buçuk saatlik filmde hiç sıkılmadım, bilakis heyecanla izledim. Matrix ve muadili türü filmleri beğenenlere, ilk sahneyi görüp sonun tahmin edemeyeceğiniz sizi akışına kaptıracak bu filmi izlemeyi tavsiye ediyorum. Son olarak filmin imdb puanı 8,8 bir seyirci olarak benden ise tam puan alıyor. İyi seyirler dilerim..